Kurai Yelga… Öykü

Kama Nehri Kıyısında kitabından alıntıdır... Ne domates fidelerini pencere önüne dizmekte olan Raphael ne de son yağmurlarla asfaltsız yolu çamur deryasına dönmüş Kurai-Yelga köyü bu ziyarete hazır değildi. Olga, köyün çam ağaçlarını çılgın gibi sallayan rüzgâra yakın bir hızla, gıcır AUDI’sinden indi, uzun topuklarının çamura saplanmasına ve köyün geniz yakan is kokusuna aldırmadan, bahçe kapısını... Continue Reading →

Kazan’da bir güz sancısı -6-

... Kulübenin çıra kokulu sıcaklığından, köyün çamur deryası sokağına çıktık. Her iki yanımızda rengarenk kulübeler, köyün ardındaki koruluğa doğru ilerledik. Regina'nın bana verdiği dizlerime kadar gelen çizmeleri giydiğim için, yürümek daha rahattı. Soğuk rüzgar yüzümüzü tokatlamakla kalmıyor, bacalardan akıp gelen dumanı üzerimize üflüyordu. Biraz soğuktan, biraz dumandan genzim yakmaya başlamıştı bile. Sessizdik. Suçluluğun verdiği mahçubiyet... Continue Reading →

Kazan’da bir güz sancısı -5-

... Gökyüzü, grinin tüm tonlarını taşıyordu. Yüksek kızıl çam ormanın içerisinde sonu gelmez bir yolculuğa çıkmış gibiydik. Çamurdan rengini kaybetmiş bir yol önümüzde ormanın içinde kayboluncaya kadar ilerliyordu. Yolu işgal etmiş, sovyetlerden kalma eski ve döküntü kamyonlar yüzünden hızımız oldukça düşüktü. ama çok geçmeden Baykal'a varacağımızı biliyordum. Babam sessizdi. Zaten çok sohbetli olduğumuzu da söyleyemem. Genelde... Continue Reading →

Kazan’da bir güz sancısı -4-

... Annemi oturma odasında Volga'yı gören geniş pencerenin önünde, meraklı gözlerle beni beklerken buldum. Gecikmiştim, yüzüm gözüm şişmiş, soğuktan kızarmıştım ve bu annemin Rus mafyası tarafından kaçırılmış olduğumu düşünmesi için yetmişti bile. Panik biri sayılmazdı ama tek evladı, tek oğlunu kurda kuşa yedirmeye niyetli de değildi. Yüzümdeki hüznü sezip beni sonu gelmez bir soru yağmuruna... Continue Reading →

Kazan’da bir güz sancısı -3-

... Oda baştan aşağıya ahşap kaplıydı ve her yandan tavanı destekleyen kolonlar çıkıyordu. burası bir çatı katıydı ve acemi bir dekorasyonla ucuz bir pansiyon odasına dönüştürülmüştü. Girişin sağında iki kişilik bir yatak ve askılık; solunda daracık bir banyo ve tuvalete giren kapı vardı. İlerisi genişçe bir boşluktu. Ama meyilli bir şekilde alçalan tavan uzanıp dokunulacak... Continue Reading →

Kazan`da bir güz sancısı -2-

Üç hafta göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Bu sürede ilişkimiz rutin bir düzeni takip etti. Dersler bittikten sonra okul kapısından birlikte çıkıp bizi ayıran durağa kadar birlikte yürümeye başlamıştık. Yapeyeva sokağından aşağı gidip Lenin bahçesine varıyorduk. Etrafı sibirya ladeni ve çıplak akkayınlarla kaplı kara gölün etrafında kışa hazırlanan kuğuları seyredip sonra Aziz Peter ve Paul katedraline gidiyorduk.... Continue Reading →

Yarım kalan bir hikaye… Kazan’a veda…

Deniz İ-Bar’a girdiğinde Tatyana henüz ortalıkta yoktu. Burası daha birkaç hafta önce açılışı yapılmış, ilk bakışta modern tarzı göze çarpan bir mekandı. Kırmızı tuğladan duvarlarında fütüristtik tablolar aslıydı ve simsiyah boyalı tavanından metalik havalandırma boruları geçiyordu. Zemin, damalı siyah beyaz seramiklerle kaplanmıştı. Cam kenarlarına dizilmiş geniş deri oturma grupları mekanı ferah ve konforlu gösteriyordu. Bar,... Continue Reading →

Kama Nehri Kıyısında… alıntı

  Kör edici beyazlık, bir süredir kıpırtısız tuttuğu bakışlarını yutmaya başlar başlamaz, kendine geldi. Aralık boyu durmaksızın yağan karın örttüğü nehrin nerede başlayıp nerede bittiğini kestirmeye çalışmaktan vazgeçti. Nehrin diğer kıyısında yükselen birkaç sıra ağaçlı tepenin silueti bile, beyazlığın içinde yitip gidiyordu. Sonbaharın kızıl güneşiyle yanan nehrin, o tepeleri kaplayan kızıl çam ormanlarıyla yarattığı muhteşem... Continue Reading →

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑