DOKUNUŞ

-Neden burdasın?

Yaşlı adam, bezgin bakan kara halkalı gözlerini muhatabına çevirip ciğerlerinden gelen boğuk bir sesle konuştu.

-Prensip meselesi…

Genç adam yüzünde geleceğini gördüğünü hissettiği adamın cevabına bir anlam veremedi.

-Cinayet mi?

Yaşlı adam sesini yükselterek ve açıkca göz dağı vererek yanıtladı.

-Prensip dedik ya!

Sustular. Son üç saattir hücrelerinde kapalıydılar ve sabaha kadar çok uzun bir süre vardı. Loş ışıkta, artık burunlarının alıştığı idrar ve ter kokulu daracık odada zaman geçmek bilmiyordu.

Genç adam volta atmayı bırakıp yeni hücre arkadaşının tam karşısındaki yatağa oturdu. Tek derdi, onu delirteceğinden korktuğu sessizliği bozmak ve belki de birlikte yıllar geçireceği adamı tanımaktı.

-Anlatsana burayı… Kaçıncı yılın?

Yaşlı adam tam karşısında oturmuş yüzüne dik dik bakan inatçı gence umursamaz bir ifadeyle döndü. Hem yorgun hem de tükenmişti ve ağzını dahi açmak istemiyordu. Ama kelimeler kendiliğinden çıkıverdi.

-Yirmi üç…

-Nerdeyse yaşım kadar… Cinayet mi?

-Susmazsan… birazdan… evet….

-Tamam kızma… Sohbet etmek istiyorum… Hepsi bu…

Bir süre bir birlerinin gözlerine sessizce baktılar. Genç adam hala konuşmak için istekli olduğunu belli ediyordu. Sadece adamın ses tonundan korkmuştu ve bir şekilde onu çözebileceğine inanıyordu. Bu iş zaman meselesiydi yalnızca. Ama çok geçmeden yaşlı adam kendi konuştu.

-Adın Farley değil mi?

-Evet… Gardiyan mı söyledi?

-Sayılır… Burda herkes seni bekliyordu…

Farley adamın ne demek istediğini anlamamıştı. İsminin o kadar hızlı yayılması hele de şehirden uzak tropik bir ormanın derinliklerine kurulmuş o hapishaneye kadar ulaşması normal değildi.

-…

-Şu Zigi dedikleri piç kurusu gibi…

Farley, okuldan kaçırdığı iki kız kardeşi günlerce alı koymuş ve bedenlerinden arta kalanları çöp konteynerine atarken yakayı ele vermiş Zigi psikopatını duymuştu. Kendi davası görülürken Zigi idama mahkum olmuş, infaz gününü bekleyeceği Foresters Hapishane’sine naklinden sadece sekiz saat sonra hücresinde asılı halde bulunmuştu.

– Şu kendini asan adam…

Yaşlı adam başını ağır ağır iki yana sallayıp yorgun bakan gözlerini hücrenin tavanına dikti.

– Bak bakalım… Asılabileceğin bir yer var mı?

Farley hâlâ daha hücre arkadaşının ne demek istediğini alamamıştı.  Ama tereddüt etmeden bakışlarını yerden sadece iki metre yüksek, döküm betondan pürüzsüz tavana dikti. Gerçekten de bir mahkumun kendini tavana asması olanaksız görünüyordu. Öyleyse Zigi başka bir şekilde ölmüş olmalıydı.

Kafası karışan Farley bakışlarını tavandan alıp yaşlı adamın kırış kırış yüzüne dikti ve bir açıklama için bekledi.

– Adamı doldurdular…

-Ne?

-Noel Hindisi gibi… Ne buldularsa kıçından içeri tıktılar…

-…

“Kim, neden, nasıl?” diye sormak istiyordu Farley ama o kadar dehşete düşmüştü ki sesi çıkmadı.  Yaşlı adamın neyi ima ettiğini anlamıştı; onu neyin beklediğini anlatmaya çalışıyordu.

Farley hislerini gizleyip  korkmadığını göstermek için konuşurken kelimeleri özenle seçti.

– Birşey yapamazlar… Temyiz sonucu gelince burdan çıkarım…

-Temyiz ha?! Hakim ve 13 jüri seni suçlu buldu… ve sen temyizle çıkarım diyorsun…

-7 ye karşı 6 oyla… Avukatım savcıyla görüştü…

Farley yeniden daracık hücrede volta atmaya başlamıştı. Yaşlı adam şiltesine uzanmış artık ona bakmıyordu bile.

-…

-Savcı çıkabilir diyor…

-Savcının iki işi var dostum… biri bizim gibileri içeri tıkmak… diğeri stajyer avukatları becerip durmak…

– Bana inanmadığını biliyorum… Ama suçsuzum… o kızı ben öldürmedim…

-Eminim öyledir…

Bir süre daha sessizlik içinde geçti. Duyulan tek şey, koridor sonundaki gardiyanların mırıltıları ve Farley’in git gide yere daha sert vuran topuklarının sesiydi.

Korkmuştu ve tüm o kabus başladığından beridir ilk kez başının tam anlamıyla belada olduğunu anlamaya başlamıştı. Suçsuz olduğuna inancı o kadar güçlüydü ki, elbet masumiyeti anlaşıldığında eski hayatına kaldığı yerden başlayabileceğine inanıyordu. Tüm onca Hakim, Avukat, Savcı, Jüri, Mübaşir, Memur, Polis, Dedektif ordusunun görevi masumları suçlulardan ayırmak değil miydi günün sonunda, diye düşünüyordu.

Korku giderek tüm bedenine hakim olmaya başladığında sidik torbasının da patlayacak gibi şiştiğini hissetti. Kendini kontrol etmekte zorlanıyordu ve volta atıyor olmanın da etkisiyle ince ince terlemeye başlamıştı.

Volta atmayı bırakıp, köşede, beton duvara açılmış bir portokal boyutundaki deliğe gitti ve koyu mavi mahkum tulumunun alt ön düğmelerini aralayıp içinde biriken sıcak idrarı salıverdi. Meshanesi ufalırken korkunun da o sıvıyla bedenini terk ettiğini hissediyordu.

-Taşırmadan yap şunu!

Farley yaşlı adamın söylediklerine aldırmadı. Zaten o delikten sızıp gelen idrar ve dışkı kokusundan kendi de bıkmıştı ve işini temiz görmeye kararlıydı.

İşini bitirip volta atmaya geri dönünce yaşlı adam uzandığı yerden tekrar ona seslendi.

-İlk sene herkes senin gibidir…

-…

-Ne kadar masum olduğunu anlatır dururlar…

-…

-Sonra güneş görmüş çiçek gibi açılır ağızları…

-…

-Şu yan hücredeki Latin mesela…

-…

-Zengin bir İngiliz’i nasıl doğradığını anlatırken elleri titriyor…

-…

-Ama gözlerinden nasıl bir haz aldığını okuyabilirsin…

-…

-Sen de anlatırdın… O kızı…

-Kes!

-Yaşayacak olsaydın…

-Kes şunu…

Yaşlı adam uzandığı yerden kıpırdamadan, sessiz ve ancak duyulabilecek bir sesle gülmeye başladı. Çıkardığı ses tiksindiriciydi.

Farley’in korkusu durdululamaz bir öfkeye dönüşmüştü. Aklı bir adım geri çekilmiş, güçlü duyguları kontrolü ele almıştı. Döküm demir kapının üzerindeki kiprit kutusu kadar küçük havalandırma deliğine ağzını sokup avazı çıktığı kadar bağırdı.

-GARDİYAN….GARDİYAN…. GARDİYAN….

Bağırıyordu ama sadece 5 hücre uzaktaki nöbet odalarında oturan gardiyanlar onu duymamazlıktan geliyordu. Bağırmaya başlar başlamaz da diğer hücrelerdeki mahkumlar karşılık vermeye girişmişlerdi.

-KAPASANAÇEKİŞEHİRİPNESİ!S.KTİĞİMİNLALESİ!SUS!GÖTOŞ!

Farley saniyeler içinde öfkesinin üzerinde, daha vahşi bir duygunun oraya hakim olduğunu anlamıştı. Gardiyan’dan hiç ümidi olmasa da hücresini değişmesini isteyecekti ama o an belki de en güvenli yerde olduğunu kavramıştı.

Ağzını pas kokulu delikten çekip tekrar hücresine döndü. Yaşlı adam hala uzandığı yerde kıkırdıyordu. O saniye üzerine atlayıp onu boğmayı düşündü, temyizden olumsuz cevap gelirse en azından boşa yirmi beş sene yatmamış olurdu. Ama kendine çabuk geldi; hala umudu vardı sonuçta.

-Seni neden yanıma verdiklerini sanıyorsun?

-Beni sinir etmen için mi!

-Komiksin!

-Benimle derdin ne ha!

-Konuşmak isteyen sendin!

Farley tekrar volta atmaya koyuldu. Hapishane’de geçireceği ilk gecesinde uyumadan önce tüm düşüncelerini toplamak istiyordu. Şimdi de şu yaşlı adamın susmasını istiyordu ama orda hiçbir şeyin kendi kontolünde olmadığını çoktan anlmıştı. Mahkum hayatı böyle birşeydi demek ki, insan kendi yaşamını kontrol edemiyordu.

-Sana zarar vermeyecek tek kişi benim burda…

-Nedenmiş o!

-Bak evlat… Bu hapishanede en fazla  15 yıl yaşarsın…

-15 yıl…

-İlk ay mahkumun biri seni boğmazsa bir yıl..

-…

– Ama gardiyanlara verecek paran yoksa bir yılı görmezsin…

-…

-Onu halletsen “sibobları” becermeye başlayınca en fazla üç yıl… o da hastalığa dirençliysen…

-Siboblar?

-Sübyan mahkumlar… Ayda bir gardiyanlar getirir… Lağımları temizletmek için…

-…

-Sonra intihar…

-…

-O da olmazsa asker mermisi…

Farley, adamın sözlerini büyük bir yap bozu tek tek birleştirmeye çalışarak dinliyordu. O kadar fazla oturmayan parça ve boşluk vardı ki, onu anlamakta güçlük çekti. Adam bölük pörçük, imalı ve tutarsız konuşuyordu.

-Sen nasıl dayandın… 23 sene…

-Prensip meselesi…

-Garipsin…

Yaşlı adam Farley’i korkutmak istercesine konuyu tekrar aynı yere bağladı.

-Tabi bu saydıklarım senin için geçerli değil…

-Nasıl!

-Hükmün kesinleşince seni yanımdan alacaklar… Sonra belki 3 saat belki 5 saat yaşarsın…

-…

-Zigi ipnesi ancak iki saat dayandı…

Farley tekrar huzursuz olmuştu. Adamın o kadar kesin konuşması ve söylediklerini sanki basit şeylermiş gibi dile getirmesi canını daha çok sıkıyordu. Dirayet göstermesi ve bununla cesur bir şekilde başa çıkması gerektiğini biliyordu. Ama korku bir kez daha sığındığı yerden çıkıp bedenini sarmıştı. Daha bir kaç dakika önce işemesine rağmen, meshanesi patlayacakmış gibi yeniden şişti.

-Beni öldürmeleri için neden yok…

Bunu söylerken sesinin titremesine engel olamamıştı ama tekrar beton duvardaki deliğe giderken yaşlı adamın yüzünde tuhaf bir ifade gördü. Sanki adam ona inanan ve hatta onu kurtarmaya niyetli bir dostmuş gibi samimi bir gülümsemeyle ona bakıyordu.

-Burda tek bir tecavüzcüyü bile yaşatmazlar…

-Ben…

Farley, duvardaki pis kokulu delikte işini görürken kendini savunmak istemişti ama devam edemedi. Aylarca süren davada da olayı tekrar tekrar anlatmış ama bir türlü kimseyi ikna edememişti. Kızın her duruşmaya katılan annesinin yürek parçalayan ağıtlarını, savcının bir çelik kadar sert iddialarını ve daha mahkeme sonuçlanmadığı halde, yerel basının “bebek yüzlü cani” başlıklı boy boy fotoğraflarını anımsadıkça, mücadelesi manasını yitiriyordu.

Vicdanı rahattı ama o süreç o kadar yıpratıcı geçmişti ki, sırf tüm o adalet sisteminin doğruluğu sorgulanmasın, sırf acılı anne kızının katili cezalandırıldı diye biraz huzur bulsun ya da sırf 7 juri üyesi gece yataklarında rahat uyusun diye kendini feda edebileceğini hissediyordu. Direncinin kırılması an meselesiydi.

Farley ikinci sidik krizini de atlatınca, biraz dinlenmek için örtüsüz şiltesine uzandı. Ellerini bir aziz gibi göğüsünün üzerinde birleştirip, tüm o kabus başlamadan önceki güzel günlerini hayal etmeye çalıştı. Okyanus kıyısındaki güneşli anne evini, Rom içip göçmen Çinliler gibi “Maica” oynadıkları serin yaz akşamlarını, kaçamak yaptıkları güzel kalçalı Latin kızlarını düşündü. Ama tüm o hayatı sadece beş ay öncesinde kaldığı halde, hepsi yıllar önce kaybolmuş gibiydi.

Sessizliği yaşlı adam bozdu.

-Şu kızı anlatsana…

-Hangi kızı?

-Şey yaptığın…

-Ben değildim…

-Her neyse işte… Anlat…

-…

-Susarsan delirirsin…

-Ne bilmek istiyorsun ki?

-Ne olursa… Sesi… Yüzü… Dokunuşları…

-…

-Bir kadın görmeyeli çok uzun zaman oldu dostum…

-…

-Sanki hiç öyle bir varlık yokmuş gibi… sanki tüm dünya taşak kokulu adamlarla dolu…

-…

-Rüyalarıma bile girmiyorlar…

-…

-Tek anımsadığım… Kara Marco`nun karısı…

-…

-İnfazına gelmişti… And dağları gibi bir kıçı vardı kadının!

-Marco burda mı infaz edildi?

-Evet… onbir uzun yıl önce… İspanyol’lara kan kusturan Kara Marco’yu burda zehirlediler…

Tekrar sessizliğe büründüler. Farley geçmişinden ve çocukluğunun korkulu hikayelerinin baş kahramanı Kara Marco’nun anısından kopup gerçeğe, sonra temyiz umutlarına ve en son onu bekleyen acı sona kayan bilinciyle boğuşup durdu. Sadece zihninde dolaşanlar onu tükettiği bir an dili çözüldü.

-Kızın adı Angela’ydı…

-…

-Muhtemelen biraz Latin biraz yerli kanı taşıyordu…

-Genç miydi?

-Ancak onaltısındaydı sanırım…

-O kadar küçük mü?

-Şu Çinli’lerin çalıştırdığı salonlar onlarla dolu…

-…

-O gün Cumartesiydi… bir gün önce İngiliz zırhlısı QueenMarry limana yanaşmıştı… Tüm barlar, tüm sokaklar kızıl yüzlü piçlerle doluydu…

-…

-Ben de kaçak, o öğleden sonra muz yüklü katarlardan birinde  şehre gelmiştim…

-…

-Bir pansiyon bulup temizlenecek, güzel bir yosma bulursam eğlenecek ve Pazar gece treniyle And’lara geri dönmek için yola çıkacaktım…

-Tarım işçisi misin?

-Botanik… And’lardaki Carnivorous’ları araştırıyorduk…

-O ne ki?

-Etçil bitkiler… Bitirsem bu yıl mezundum…

-Her neyse…

– Tren istasyonu, sahil yolu, barlar sokağı tıklım tıklımdı… Eskiden bildiğim bir pansiyona gittim… Kırmızı suratlı piçler, fahişeleri becermekle o kadar meşgüldüler ki, pansiyon sahibi dul bile kendi odasına kapı gibi bir İngiliz almıştı…

-Denizciler…

-Şansımı başka bir yerde denedim… Olmadı… En son, düzüşen denizcilerden bıkmış bir pansiyoncu bana varoşlardaki o adresi önerdi…

-…

-Burası göz bebekleri görünmeyen küçücük bir Çin’linin çalıştırdığı bir salondu. Dışardan derme çatma bir hali vardı… içerde sıcak su, temiz yataklar ve kızlar…

-…

-Görünüşe göre kırmızı suratlı piçler orayı henüz keşfetmemişti. Çünkü benden başka müşteri yok gibiydi…

-…

-Çinli kadın parasını peşin aldı ve beni birbirinden ince kağıt paravanlarla ayrılmış bölümlerden birine götürdü… etraf kırmızı perdeler, küçük mumlar ve bambu sedirlerle kaplıydı…

-…

-O gidince beyaz ketenden bol bir elbise içinde zarif bir kız geldi… yerlileri andıran iri kara gözleri ve yuvarlak bir yüzü vardı… Latin kızlar gibi de etekliğinin yanlarından taşan iri kalçaları…

-Ah… Şu Latinler…

-Onu görür görmez üzerine atılmak istedim… Ama günlerdir su görmemiştim ve yabani bir teke gibi kokuyordum…

-…

-Küçük adımlarla yanaşıp yüzünü eğerek geldi ve üstümdekileri çıkarmaya koyuldu… ince parmakları seriydi ve kız süt kokuyordu…

-O yaşta…

-Öyle bir salonda olmasına inanmak zordu… ama varoş kızlarının kaderi bu…

-…

-Beni içliğimle bırakıp sarınmam için temiz bir bez bıraktı… Sonra kıyafetlerimi yıkatıp sabah hazır edeceklerini söyleyip gitti…

-…

-O dönene kadar sedirlerden birine uzanıp rahatıma baktım… Dağda geçen günler yorucuydu… tüm bedenim kaskatı, eklemlerim ağrı içindeydi… O Nisan akşam üzeri, uzandığım yer serin ve rahattı… bir an önce kız gelsin, sabaha kadar tüm yorgunluğumu alsın istiyordum…

-İki yıl sonra ben de öyle bir şey yapmalıyım…

-…

-Bir kadına dokunmak için ölüyorum dostum…

-Şu prensip meselesini merak ettim…

-Sen Angela’yı anlat… Gece uzun… anlatırım…

İki mahkum bir süre sessizlik içinde uzandılar. Farley, aylar öncesinin Nisan ayına gidip anılarını bir düzene sokmaya çalıştı bir süre, sonra sakin bir ses tonuyla anlatmaya devam etti.

-Kız döndüğünde içim geçmek üzereydi… İnce parmaklarının kirli saçlarımdan alnıma ordan göğüsüme ve ayak uçlarıma inen dokunuşlarını hissedince kendime geldim…

-…

-Getirdiği bir kovadan kokulu ıslak  havlular alıp göğsümü, ayaklarımı ve kollarımı özenle kapattı… yasemin ve limon yağı kokuyordu… havlulara rağmen ellerinin yumuşaklığını hissediyordum… dokunduğu her yer ağrıdan kurtuluyordu…

-…

-Sonra başımın ardına geçti… su dolu bir kovayla saçlarıma girişti… önce kalın sonra ince boynuz bir tarakla çekip durdu… uzandığım yerden yuvarlak yüzünün incelen çenesini görebiliyordum… sıcak soluğunu yüzümde hissediyordum… Bana adını söyledi… orda ne aradığımı sordu… denizci bir sevgilisinden bahsetti… adamın ne kadar kıskanç olduğundan… o işi severek yaptığından… ama biraz biriktirince kaçıp gideceğinden…

-…

-Bitmez bir masal gibiydi… Ordan uzamış kıvır kıvır sakallarıma geçti… Avrupa işi parlak bir makasla ince ince kesti… ıslak serin saçlarımda yumuşak sıcak göğüslerini hissettim… yukarı baktığımda yüzünden çok boynunu görüyordum… kavruk teni mum ışığında bile parlıyordu…

-…

-Titrediğimi hissedince durdu… kadınım olup olmadığını sordu… dağda ne kadar kaldığımı merak etti… beni heyecanlandırdığı için kıkırdayıp durdu…

-…

-Sakalımı temizleyince, parmak uçlarıyla yüzümü ovdu… üstümdeki havlular gibi yasemin ve limon kokuyordu… alnıma geldiğinde yorgunluğum kalmamıştı… Kemikli yüzümü yerlilere benzettiğini söyledi ve küçük bir havluyla tüm yüzümü örttü…

-…

-Artık onu görmüyordum… ama ellerinin temas ettiği her yerde onu seziyordum… üzerimdeki havluları sırayla kaldırıp, ıslak bir bezle cildimi temizlemeye koyulmuştu…

-…

-Önce kollarımdan başladı, iki avucu tüm kolumun üzerinde kayıyor, geçtiği her yerde yumuşak bir his bırakıyordu… kaslarım gevşemişti… avuçlarının içindeki amber taşı kaydıkça ısınıyor, sonra aniden tekrar soğuyordu…

-…

-Mırıltı halinde bir şarkı tutturmuştu… Şu İspanyol savaşçıların yerli kızları kaçırma hikayelerini anlatan türden birşeyler… Sesi bir ninni gibiydi…

-…

-Gözlerimi kapamış, onun o huzur dolu ellerine bırakmıştım kendimi… uyumak üzereydim hatta…

-…

-Ama bacaklarıma gelince iş değişmişti… daha ilk dokunuşunda, tutkularım canlanmıştı… acuçları yukarı doğru kayarken tüm bedenim sarsılıyordu… Kız şarkıyı kesmiş, sakin olmam için bir anne gibi “şşşşşşş” sesi çıkartıyordu….

-….

-Titreyişim durur gibi oluyor ama tekrar yukarı yaklaşınca başlıyordu….

-…

-Bu ne kadar sürdü bilmiyorum…nefesim hızlanıyor kalbim zemberek gibi atıyordu…

-Kadınlar!

-Anlatılmaz bir hazdı… Sonra kız durdu… Çünkü kendime hakim olamıyordum…

-…

Farley devam edemedi. Sonrası her fahişeyle olduğu gibi, kontrolsüz, sert, iğrenç, müthiş, günahkar ve cenneti bir haz arayışıydı. Angela’nın arınma seanslarından vazgeçip üzerine nasıl çıktığını; saniyeler içinde işini bitirip temizlenmek için yere indiğini ve sadece bir iki dakika sonra yüzündeki havluyu kaldırdığında kızı yerde kanlar içinde nasıl bulduğunu dile getiremiyordu. Anlatsa sanki de o kısacık sürede tanıdığı ve sadece ıslak parmak uçlarıyla tüm dertlerinden onu uzaklaştırmış, şefkat dolu o genç kızın anısına saygısızlık yapacağını hissediyordu. Mahkemede de hatta avukatı sorduğunda da bu kısmı bir türlü becerip anlatamamıştı. Şimdi bir kez daha aynı düğüme gelip saplanmıştı.

-Sonra?

Yaşlı adam merakla devamını bekliyordu ama Farley uzandığı yerde gözlerini tavana dikmiş o dehşet anını kafasından atmaya çalışıyordu. Sessizlik uzayınca yaşlı adam üsteledi.

-Sonrası?… Konuşsana…

-Sonra yüzümdeki havluyu kaldırdım…

-…

-Kız yerdeydi… her yer kan… gözleri açık… rüya gibi… kabus… sessiz.. elleri toplu… sıcak kan boğazından… ince parmakları kırmızı… eteği… yerde bir ustura… ellerim…

Farley sayıklar gibi konuşuyordu.

-Nasıl… Adamın biri yanında kızı gırtlakladı ve sen fark etmedin mi?

-Öyle… Çok ani oldu… Ses… Sonra Çinli kadın geldi… bağırışmalar… başka kızlar doluştu odaya… İri kıyım bir adam saldırdı. Havlular üstümden kanın üzerine düştü… o arada bir kaç darbe aldım… elime geçen bir şeyi adama savurdum… kadınlar kaçıştı…

-…

-Şoktaydım… her şey kesik kesik… ama kızı ben öldürmedim… eminim…

-Tecavüz?

-O da yok… Kızın fahişe olduğunu anlatmaya çalıştı avukat… Ama Çinli kadın kızı odaya havluları değişmek için gönderdiğini söyledi… Annesi de kızının bir azize kadar temiz olduğunu iddia etti… Jüri baştan ağlayan kadının etkisine girmişti zaten…

Farley kekeliyordu ve bedeni yeni bir sinir kriziyle sarsılmaya başlamıştı.

Onu o halde gören yaşlı adam tüm duyduklarının tek bir kelimesine dahi inanmadığı halde ona acıdı. Kızı öldürdüğünden emindi, ama adam vicdan azabı çekiyordu ve tüm o sinir krzinin nedenini buna bağlıyordu. Farley’in okumuş, kültürlü bir şehirli olduğunu anlamıştı, Foresters’e gelmeden önce duyduğu kadar cani ve gaddar bir yapısı olmadığını da fark etmişti. Hatta anlattığı öyküden de etkilenmişti. Ama yalanın ne kadar iyi anlatılırsa o kadar inandırıcı olduğunu bildiğinden Farley’i de sinsi bir katil olarak görmeyi yeğledi.

Farley, yaşlı adama sırtını dönüp, dizlerini karnına çekti ve sarsılan bedeniyle birlikte ağlamaya koyuldu. Sesi çıkmıyordu ve göz yaşları yok denecek kadar azdı. Ama yüzü buruşmuş kırmızı kesilmiş ve dişleri kırılacak denli sıkılmıştı.

Yaşlı adam yerinden doğrulup şiltesinin kenarına oturdu ve bir çocuk gibi karşısında kıvrılmış ağlayan genç adamı izlemeye başladı. Ona söz verdiği gibi Foresters’a nasıl düştüğünü; 23 uzun yılı nasıl geçirdiğini; Kara Marco’yla firar çabalarını; gardiyanların işkence partilerini; uykusunda boğduğu mahkumları; Zigi gibi psikopatları nasıl doldurduklarını ve daha bir çoğunu anlatacaktı.

Ama genç adam dinleyecek halde değildi; yazgısına teslim olmaya hazır her mahkum gibi, yattığı yerde varoluşsal bir sancı çekiyordu. Adamın temyizden yırtamayacağını ve günlerinin sayılı olduğunu da biliyordu.

Yerinden kalkıp, duvardaki leş kokulu deliğe gitti ve güçlü bir yat sidiği koyverirken Farley’in anlattığı Angela’yı hayal etmeye çalıştı; ince ıslak parmakları, mum ışığında parlayan kavruk teni ve beyaz etekliğin kenarlarından taşan Latin kalçaları…

 

Agios Sergios, 2019

 

 

 

 

 

 

 

DOKUNUŞ’ için 19 yanıt

Add yours

  1. Daha siz yorum yapmadan tıklamıştım yazınıza. Nasıl yapıyorsun bunu anlamıyorum. Bir hapishane içinde kalbim sıkışıyordu, aniden kendimi bir kadının dokunuşunda buldum. Sevişmenin aslında ne kadar kısa, dokunmanın ne kadar etkileyici olduğunu yaşadım. Rahatlamış kalbimde hapishaneden uzaklaşmıştım ta ki o lanet yerde bulana kadar kendimi. Harika bir dil, harika bir anlatım. Hayran oldum. Bir kadının dokunuşunu çok iyi anlatmışsınız. Teşekkür ederim.

    Liked by 1 kişi

      1. Şimdilik güzel görünüyor. Dediğim gibi ben buradayım. Benlik bir sıkıntı olma ihtimali çok yüksek değil.

        Liked by 1 kişi

      1. Aslında yazdıklarım buna cevap veriyor diye düşünüyorum. Gerekliliğine inanılıyorsa sapına kadar kullanırsın ama yeni jenerasyon bazı arkadaşlar gibi yeraltı edebiyatı yapacağım diye küfür kasmayı da yazıya yakışmadıysa zorlama buluyorum.

        Liked by 1 kişi

Yorum bırakın

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑