250TL

-Müşteri hizmetleri ne diyo?

-Ne desinler… Koymuşlar telefona genç bir kız : Beyfendi bir şey yapamayız… sistem böyle… dilerseniz tarife değişikliğine gidebilirsiniz…

-Dostum hepsi böyle bunların… sittiret!

Arkadaşım Yasin öyle diyordu ama GSM şirketinin bana gözgöre göre fazla fatura çıkartmasını bir türlü hazmedemiyordum. Nerdeyse bir hafatadır bu sorunla uğraşıyordum. İtiraz ettiğim için faturayı ödemiyordum ve adamlar yasal faiz uygulamaya başlamışlardı bile. Bilmem hangi tarihte sim kartı alırken imzaladığım karınca yazılarıyla dolu bir belgenin bilmem kaçıncı maddesi uyarınca hak da iddia edemiyordum.

Görünen oydu ki, inat etmeye devam edersem olay mahkemeye kadar yansıyacaktı. Mahkemeden korktuğumdan değildi. Ama kendimi umutsuz bir şekilde çaresiz ve koskoca GSM operatörünün önünde minik bir sinek kadar güçsüz hissediyordum. Yetmezmiş gibi konuyu açtığım tüm dostlarım hep bir ağızdan: 250TL için uğraşmaya değmez diyordu.

Oysa konu artık para değildi. Ben bu şirketin 18 yıllık müşterisiydim ve yıllar sonra bir punduna getirip bana hak etmedikleri bir fatura kakaladıkları gibi üstüne benden bu parayı almak için en ufak bir merhamet göstermeyeceklerdi. Tüm varlığımı sarsan bir sinir içindeydim. Eğer bu adamlara bu parayı ödersem kendime saygımı yitireceğimi hissediyordum.

Şöyle bir yirmi yıl genç olsam, onlara yapacağımı bilirdim ama bir yaştan sonra mücadele edecek gücü de bulamıyordu insan. Zihnim bir süredir bu heriflerden öç almanın yollarını arıyordu. Ama yaşı 50yi geçmiş basit bir memur adam, koskoca GSM şirketiyle baş edebilir miydi?

Şeytan diyordu; git mağzalarının penceresini camını aşağıya indir. Ama o da çare değildi ki, orda çalışanlar da kendi halinde ekmek parası peşinde insanlardı. Es kaza birine zarar versem bu kez vicdanım rahat etmeyecekti. Üstüne bir de ordan mahkemeye gitme durumum vardı ki, sonunda gazetelerin manşet maskarası olmaktan başka bir işe yaramazdı camı vs.i indirmek.

Başka bir yol düşünmeliydim. Bir şekilde sorunun merkezine inip, beni bu kadar çaresiz hissettiren o koca sistemi kuranlara ulaşmalı ve hesabımı onlardan sormalıydım. Yöneticiler olabilir miydi mesela diye aklımdan geçiyordu. Ne de olsa sorumlulukları olmalıydı. Ama sonra, müşteri hizmetleri hattındaki kızdan daha yetkili biriyle görüşmek istediğimi söylediğimde, bunun nasıl imkiansız olduğunu anlattığını hatırladım. Adamlar adeta kendilerine ulaşılmaması için görünmez bir duvar örmüşlerdi.

Yasin’le işten sonra şehrin en işlek caddesi olan “Servili” de oturmuş biralarımızı yudumlarken bir yandan da bunları düşünüyordum. Yasin parayı ödeyip başka bir GSM operatörüne geçmemi önermekte ısrarcıydı. Elbette, dediğini yapacaktım ama bunu da onların yanına bırakmamaya kararlıydım. İçki tüm fenalıkların kaynağıdır ya, bir süre sonra aklıma bir fikir geldi.

-Yasin… Senin şu bahsettiğin adam kimdi? Mafyavari işler yapan…

-Margitli mi?

-Evet o…

-Valla bilmiyorum da.. en son casino falan işletiyordu galiba…

-Ona ulaşabilir miyiz?

-Hayırdır ya… durduk yere?

-Ya bu adam şu beni kazıklayan şirketin sahibine falan ulaşamaz mı?

-Oulum… bi siktir git ya… adamların umurunda bile değiliz.. onlar başka dünyaların insanı… ödeyemeyceksen ben ödeyim şu 250TL yi…

-Ya para değil diyorum olay…

-Niye inat ediyon ha? İçki mi vurdu seni?

-Yasin… bana cevap ver… bu Margitli midir nedir? dediğimi yapabilir mi, sen onu söyle…

-Ne yaptırıcan Oulum… adamın topuğuna mı sıktıracan? öyle paran var mı ki?

-Kafa sikiyon var ya… senden bir yardım istedik…

-Ne halin varsa gör… hem bilmiyorum ki.. ben de methini başkalarından duydum…

-İyi… Casino’su nerde ki bunun?

-Ciddi misin sen?

-Ciddiyim… ben bunu bu adamların yanına bırakmam!

-Peki.. git bul belanı…

-…

-Bu dik kafalılığın var ya…

-Tamam lan… söyleme … ben bulurum…

Yasin önce bana sonra yarım kalmış birasına bir süre sessizce baktı ve benimle baş edemeyeceğini anlamış olacak ki yavaş yavaş döküldü.

-Şu eski Alamancı plajı vardı ya…

-Eeee

-Ona gitmeden sağda İzcilik kamp alanı var… tam karşısında uzun beyaz boyalı eski bir otel var… İmperial mı Emperor mu…öyle birşey…

-Tamam… gittim oralara daha önce…

-İşte orda sor adamı… tanımayan yoktur zaten…

***

O haftasonu cumartesi şu Margitli denen adamın casinosunu bulmaya gittim. Rahmetli babamdan kalma emektar Reno TX’ime atlayıp sahil yolunu tuttum. Soğuk ve bol yağışlı bir kış geçirmiş olmamıza rağmen, daha Nisan ayından ortalık ısınmıştı ve sahil boyu özellikle kuzey avrupadan gelen orta yaşlı turist gruplarla doluydu.

Şehir merkezindeki dairemden Yasin’in bahsettiği Otel’e gitmem yarım saatten az bir süremi aldı. Otel girişindeki genç arabamın eskiliğiyle kelleşmiş başımın beyaz saçlarına garipser gibi baktıktan sonra bariyeri kaldırdı. Otel’in park alanı, oldukça pahalı marka gıcır arabalarla doluydu. Belli ki, üst tabakaya hitap eden bir yerdi. Yasin otelin her ne kadar eski olduğunu söylesede, yakın zamanda tadilattan geçmiş gibi her yer oldukça düzgün ve yeni görünüyordu.

Arabamdan çıkmadan bir an için yanlış birşey yapmakta olduğumu hissettim. Ama şu GSM şirketine o kadar sinirliydim ki, ne olursa olsun aklımdakini denemeye kararlıydım.

Beni resepsiyonda 20lerinde güler yüzlü bir kız karşıladı. Her halimden oraya ait olmadığım belli olduğu halde oldukça nazikti.

-Buyrun beyfendi…

-Merhaba kızım… Ben Margitli Bey’le görüşmek istiyordum…

Kız hiçbirşey anlamamış gibi önce bana, sonra hemen yanında kağıt işleriyle uğraşmakta olan diğer genç kıza baktı.

-Margitli Bey…

-Öyle biri çalışmıyor efendim…

Yasin kime sorsan tanır demişti ama belli ki kızlar bu adamı hiç duymamıştı. Adı neydi diye düşünürken devam ettim.

-Buranın casino sahibi kendisi…

Kızlar birbirlerine tekrar manasız bir şekilde bakarken, diğer kız bir anda konuştu.

-Faruk Bey’i mi diyorsunuz? Faruz Kesici… Gazino sahibi kendisi olur…

O an tam bir aptal gibi hissettim. Margitli adamın lakabı olmalıydı.

-Evet kızım o. Müsaid mi acaba?

-Siz şöyle Lobiye buyurun… Ben İçeriyi arayıp size bilgi vereyim… Kim arıyordu diyelim?

-Ben S. ÖZ.

Lobi’nin geniş rahat koltuklarından birine kurulur kurulmaz, uzun boylu temiz giyimli bir genç gelip ne içmek istediğimi sordu. Müşteri olmadığımı söylediğim halde, sıcak bir çay ikram etmekte tereddüt etmedi. O an, müşterisine bu kadar iyi hizmet sunan bu otelin casino sahibinin de anlayışlı ve insancıl biri olacağını düşündüm ve ümitlerim arttı. Ama daha çayımdan ilk yudumu aldığım anda resepsiyoncu kız yanıma kadar gelip Faruk Bey’in yoğun bir programı olduğunu, eğer numaramı bırakırsam uygun bir zamanda bana randevu verebileceğini söyledi.

-Peki kızım… numaramı çıkarken bırakırım…

-Tamam Efendim…

-Ne kadar sürer acaba?

-Onu bilemeyiz… Ama arkadaşlar dönüş yapacaktır.

Kız gittikten sonra, yavaş yavaş çayımı yudumlayıp, lobide oturan güneş yanığı tenli turistlere baktım. İçimde aynı çaresiz duygu yeniden belirdi. Şu Margitli denen adamın beni uyaladığını ve aslında görüşmek istemediğini anlamıştım. belki de kameradan kim olduğumu bile görmüştü. Arkadaşım Yasin haklıydı. Bu adamlar başka bir dünyanın insanlarıydı. Yaşlanmış basit bir memurla ne işleri olabilirdi ki?

***

Bir hafta boyunca Su işleri dairesinin yazıhane bölümündeki işime gidip geldim. Şu otelden ne arayan oldu ne de soran.

İnsan evli olmayınca bu tür şeyleri daha derinden düşünme fırsatı yakalıyor. Uzun uzun şu GSM şirketini nasıl dize getirebileceğimi düşündüm. Dondurulmuş yemekeleri ısıtırken, çoraplarımı elde yıkayıp, parkı gören balkonuma asarken, akşam haberlerini izleyip koltukta uyuklarken ve hatta gençliğimden kalma içinde cıbıl cıbıl kadın resimleri olan dergileri kurcalarken bile aklımda tek bir şey vardı, o da şu şirketin yöneticisine ulaşıp hesap sormak.

Her cuma mesai bitiminde yaptığımız gibi Yasin’le favori birahanemizde buluştuk. Servili caddesi her zamanki gibi cıvıl cıvıldı. Üniversite kampüsü yakın olduğundan gençler ve sokak sanatçıları etrafa hayat dolu bir enerji yayıyorlardı.

Yasin neler yaptığımı soruyordu.

-Ya sana dedim… Bu adamlar için biz bir hiçiz…

-Yani hiçiz diye herşeye boyun mu eğelim?

-Sen ne ara bu kadar asi oldun ki?

-Hakkımı aramayım mı?

-Hak aramak! Boyun eğmemek! Yeni bir devrimci mi doğuyor! Allaaahhh be!

-Yasin bırak dalga geçmeyi…

-Bence sorunun ne biliyor musun?

-Neymiş?

-31 çekmekten ayarların kaçmış… Öyle otu boku kafaya takıyorsun…

– Bi git… Sen evlisin de ne oldu? Karı kız kesmekten şaşı oldun mınakoyum…

-Yürü be!

Bir süre sessizce biralarımızı yudumlayıp durduk. Sonra Yasin konuşmaya başladı.

-Oulum… Seni düşünmediğimi sanma…

-…

-Başına bela almanı istemiyorum; hele 250tl için…

-Ya para değil diyorum…

-Her neyse işte… boşver… huzurunu bozmaya değmez.

-Ben zaten huzursuzum… karı yok çocuk yok çoluk yok… neyden korkacam ki? yıllardır memurum… iş ev iş ev… şu mınakodumunun şirketinin gücü bir tek bana mı yetiyor….

-Neyse… Bak… Şu Margitli’ye nazı geçecek birini tanıyorum…

-Adamın adı Faruk lan… senin yüzünden rezil oldum…

-Bırak şimdi… Salih diye biri… emekli albay mı ne… güvenlik şirketi var sanayi yolunda

-Eeee?

-Ona git… benim de selamımı söyle… belki yardımcı olur…

-Peki…

***

Hemen ertesi gün, Yasin’in verdiği tarife uyarak sanayi yoluna çıktım. Bahsettiği güvenlik şirketini bulmam zor olmadı. Alt katında araba yedek parçası satılan, oldukça döküntü görünümlü bir apartmanın üçüncü katında yaldızlı harflerle “elite güvenlik” tabelası asılmıştı.

Arabayı uygun bir yere park edip, karanlık ve dar bir merdivenle üçüncü kata çıktığımda, binanın haraplığına tezat oldukça düzenli ve temiz bir ofisle karşılaştım. Girişte sekreter yoktu ve Yasin’in bahsettiği adam ofisin en hakim köşesinde tek başına oturmuş günlük gazeteleri karıştırmakla meşgüldü.

-Merhaba, Salih Bey’le görüşebilir miyim?

-Buyrun benim…

Adam konuşurken yerinden doğruldu ve çevik adımlarla yanıma kadar geldi. Asker geçmişi olduğu her halinde belli, sinek kaydı tıraşı, kısacık saçları, jilet gibi takım elbisesi ve gür sesiyle tam karşımda dikili verdi. Adam benden çok çok bir kaç yaş büyük olmalıydı ama bir an konuşmakta bocaladım.

-Beni… Yasin gönderdi… sizden…

-Yasin…. tanıyamadım.

-Yasin Seğmen…

-Peki peki… hatırladım.. Nası… iyi mi bizim yasin?

“Bizim Yasin” diyordu ama aralarındaki ilişkiyi sormak hiç aklıma gelmemişti. Öylece geçiştirdim.

-İyi… oldukça iyi… sizden bir yardım istemek için geldim…

-Buyur kardeşim… hatta şöyle otur… çay söyleyim…

Adamla masasının önündeki karşılıklı sandalyelere oturup, sohbete giriştik. sohbet diyorum ama aslında daha çok o konuştu ve ben onaylayarak sohbeti geçiştirdim. Ülkenin geleceğincen geçmişinden dem vuruyor, eski asker yaşantısından, ülkenin dört bir yanında nasıl görev yaptığından falan bahsediyordu. Askerlerin az öz konuşan insanlar olduğunu düşünüyordum ama bu adam oldukça konuşkan ve espriliydi.

Ancak adamın konuşmasını bölen çaycı tepsiyle ince bellide çayları getirince konuma girebildim.

-Salih Bey… Faruk Kesici’ye ulaşmam lazım…

-Bizim Faruk….

Yine Bizim diyordu ama onunla arasındaki bağı da bilmiyordum.

-Evet…

-Şimdi casino işletiyor… gittin mi oraya?

-Gittim ama anladığım kadarıyla sempatik kanallar olmadan ona ulaşmak zor…

-Yani… Biraz yoğun biri… Bana bile bazen zaman ayırmıyor…

Sen kimsin de adam sana zaman ayırmıyor diye içimden geçirdimse de o kadar doğal bir ses tonuyla konuşmuştu ki, Yasin’in dediği gibi Faruk’la arasında güçlü bir bağ olduğuna kanaat getirdim.

-Yardımcı olabilir misiniz?

-İsteğin ne?

Tam bir asker gibi doğrudan ve uzatmadan mevzuya girmiş oldu.

-Görüşmek… Sadece on dakika…

-Tamam kardeşim… Bana numaranı bırak… seni aratırım…

Bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim. Muhtemelen bir sürü soru sorar nedenlerimi anlamaya çalışır diye bekliyordum. Ama sonuca odaklı insalar gibi hemen işi bağlamıştı.

-Teşekkürler Salih Bey…

-Ne demek… Bizim Yasin’e de selamlarımı ilet…

-Elbette…

***

Şu emekli albayla görüştükten sonra bir hafta daha beklemekle geçti. O cuma haftasonunu ailesiyle şehirdışında geçireceği için Yasin’le buluşamadık. Ben de yalnız başıma alışkanlık olduğu üzere Servili Caddesindeki Birahanedeki masama yalnız kuruldum.

GSM şirketine olan sinirim oldukça dinmişti. Rakip şirkete numaramı değiştirmeden geçmiş, diğer şirkette yediğim kazığa benzer bir badire yaşamamak için hattıma fatura kontrolü diye birşey koydurmuştum. Rakip firmadan geldiğimi gören müşteri hizmetlerindeki kız da bana oldukça sıcak davranmıştı. Gerçi çıkarlarımız çatıştığında, imzaladığım karınca yazılı belgenin bilmem hanginci maddesine göre yokuş yapacaklarından adım gibi emindim. Ama işte çaresizlik böyle birşeydi: iki kötü arasında daha iyi görüneni seçmek.

Sinirim dinmişti ama bir yola girmiştim ve şu Margitli denen adamla konuştuktan sonra asıl kararımı verecektim.

Biramı içip bunları konuşurken telefonum çaldı.

-Merhaba S.Öz Beyle görüşebilir miyim?

-Buyrun benim…

Arayan kızın nezaketinden oteldeki kızlardan birinin beni aramış olduğunu tahmin ettim.

-Faruk Bey adına konuşuyorum…

-Evet Buyrun….

-Kendisi yarın öğlen 1300 da uygun olacak… Görüşmek isterseniz 1245de otelimizde olmanız yeterli olacaktır.

-Çok teşekkürler…

-İyi günler dileriz.

Görünüşe göre Salih Bey’in sözü işe yaramıştı. Bana sadece yarına kadar beklemek ve ona neler söyleyeceğimi iyi tartıp biçmek düşüyordu. Büyük bir heyecanla biramı yudumladım ve hesabı ödedikten sonra kelleşen beyaz saçlarımla caddenin genç kalabalığına karıştım.

***

Yine bir cumartesi günü kendimi iki hafta önce ziyaret ettiğim otelin lobisinde buldum. Bu kez, bekar dolabımdaki en şık takım elbiselerden birini giymiş, sabah erkenden de berberden geçip saçıma başıma çeki düzen vermiştim. Bir şekilde, iyi görünürsem Margitli’nin beni daha çok ciddiye alacağını düşünüyordum.

Resepsiyon’daki kızlar daha önce gördüklerimden farklıydılar ama onlar da en az öncekiler kadar nazik ve güler yüzlüydü. Lobide oturmuş beni çağırmalarını beklerken kafamda konuşacağım konuyu tasarlayıp duruyordum.

Tam 1300e beş dakika kala yanıma siyah takım elbisesi içinde iri cüsseli somurtkan suratlı genç bir adam geldi.

-Buyrun beni takip edin.

Ses çıkarmadan genç adamın arkasından yürüdüm.

Geniş ve ışıltılı merdivenlerden alt kata, casinonun olduğu bölüme indik. Ama casinonun geniş kapısından geçmeden bir başka kapıya yöneldik; küçük loş bir hole girdik ve adam bir anda durdu.

-Amca üstünü aramam gerek…

Kollarımı her iki yana açıp aranmaya izin verdim. O an bir kez daha yapacağım şeye adeta pişman oldum. Gerçekten tüm arkadaşların dediği gibi şu 250tl yi verip bunları boşvermeliydim belki de.

Adam işini bitirince holün solundaki bir başka kapıya doğru arkasından yürüdüm ve elektronik bir sisteme cebinden çıkarttığı kartı okutup kapıyı araladı.

-Burdan koridorun sonuna kadar devam et… bir başka arkadaş seni alacak..

-Peki.

Genç adam kapının girişinde kaldı ve dar uzunca bir koridorda yalnız başıma yürüdüm. Koridora kesif bir oda parfümü kokusu hakimdi ve duvarlara profesyonellerin elinden çıkmış oldukları belli natürmort tablolar asılmıştı.

Koridorun sonuna yaklaşırken kalın bir perde koyu ışık hüzmeleri yayarak açıldı ve bir başka iri kıyım genç siyahlar içinde beni karşıladı.

-Faruk Bey içerde, buyrun…

-Teşekkürler…

Heyecanlı ve açıkcası korkmuştum. Bu kadar önlemin alındığı bir yerdeki adam gerçekten de bir başka dünyanın insanı olmalıydı.

Perdeden geçip ilerleyince oldukça aydınlık ferah bir odada geniş masasında oturan kırklı yaşların başında bir adam gördüm. Şu ünlü Margitli bu olmalıydı. Bembeyaz gömleğini dirseklerine kadar sıvamış, kısacık saçları ve adeta sevecen bir babayı andıran yuvarlak beyaz yüzüyle öylece bana bakıyordu.

-Bay Öz hoşgeldiniz…

-Teşekkürler Faruk Bey…

Adam gayet nazik bir giriş yapmıştı ama yerinden doğrulma ihtiyacı duymadan bana doğrudan geniş deri koltuklardan birini gösterdi. Girişteki tüm o muameleler olmasa adamın bir mafya babası olduğuna inanmam olanaksızdı. Hatta Yasin’in bu adamın methiyle ilgili yanlışı olduğundan bile şüphelendim.

-Salih Abi bir derdin olduğunu söyledi… Buyur dinliyorum…

-Şöyle ki… Konu biraz karışık…

-Casino ya borcun varsa… birşeyler yaparız…

-Yoo hayır.. Öyle değil…

-Kurupiyerlerden biri paranı mı tokatladı?…

-Tamamen başka…

-Anlatın…

Adam hızlı ve aceleci birine benziyordu… Ben de dilimin döndüğünce yaşadığım sorunu aceleyle özetledim. O da bana bakarken yüzü kafasından birşeyler geçirir gibi düşünceli bir hal almıştı.

-Peki anladım da… Benden beklentin ne?

-Bu Aquacell şirketinin sahibini dövebilir misiniz?

-Amca sen iyi misin? Dövmek mi?

Adam şeytan parmağı yemiş gibi irkildi. Böyle birşeye şaşırdığı açıktı ama ben onun şaşırmasına daha çok hayret etmiştim. Durumu toparlamaya çalıştım.

-Yani hesap sormak… Sizin güçlü biri olduğunuzu duydum… hani alacak verecek işlerinde…

-Yani ciddisin… öyle mi?

-Evet Faruk Bey…

-Amca… Bu adamlar sana 250tl taktı ve sen adamı dövdürmek istiyorsun, öyle mi?

-Konu para değil aslında…

Bunu adama nasıl anlatabilirdim bilmiyorum.

-Konu ya paradır ya da kadın!

-…

Cevap veremedim. O babacan görünümlü yüzü bu kez korkutucu bir hal almıştı. Daha o an yaptığıma pişman olmuştum bile. Bir an önce kalkıp gitmek için beklemeye başladım.

-Bak Amca… Sana benimle ilgili kim ne dedi bilmiyorum… Fazla yerli dizi izlemişsin belli ki… Bu işler öyle yürümez…

-Ama…

-Dinle!

-…

-Buraya Salih Abi’nin selamıyla geldin… Misafirimsin… Arkadaşlar seninle ilgilensin… Akşama kadar dilediğin gibi casinoda takıl… açık büfe falan var… bu konuyu da burada kapatalım…

Sonra ayakta dikilen adama bir baş işareti yaptı. Gitme vakti gelmişti işte.

-Peki… Teşekkürler…

-Salih abiye selamlarımı söyle…

Aynı koridordan yanımdaki adamla geçerek casinonun girişine gittik. Moralim bozuk, canım sıkkın ve kendimi aptal yerine koyduğum için kendime kızgındım.

Genç adam beni casinoya götürmeye çalıştı ve aynı anda Faruk Bey’in misafiri olarak bedava kullanabileceğim kolaylıkları göstermeye girişti. Sadece içki bölümünde geçireceğim 1 saat bile 250TLden fazlası ederdi ama kimseye bir türlü anlatamasam da konu para değildi.

Ayak diredim ve casinoya girmedim.

-Bunun için burda değilim.

-Peki amca… sana aracına kadar eşlik edeyim.

-Gerek yok genç adam…

***

Vazgeçtim ve yenilgiyi kabul ettim.

Pazartesi öğlen arası mesaiden çıkıp ilk ödeme noktasında eski GSM operatörüme yasal faizi olan 22.45TL fazlasıyla borcumu ödedim. Eski, evden işe işten eve bekar memur hayatıma geri dönmüştüm işte. Kendimi: biz gerçekten bir hiçiz diyerek avutmaya çalışıyordum. Bazen de sıkkın canımı avutmak için Servili Caddesini adımlayan genç güzel kızları süzüyordum, kelleşen beyaz saçlarıma bakmayacaklarını bildiğim halde.

Çarşamba günü iş çıkışı beni daireme götürecek halk otobüsüne doğru yürürken tam karşımdan iri yarı bir genç bana doğru yaklaştı ve sordu.

-Amca S. ÖZ sen misin?

-Evet

Demeye kalmadan, genç tüm hiddetiyle bir sağ direkt çıkartıp yüzümün ortasına geçirdi. Kimdi neydi, onu tanıyormuydum şaşkınlığı ve uyuşan yüzüm dağılan dengemle arka üstü devrilirken bir çift güçlü kolun beni tutup yere yumuşakça bıraktığını sezdim.

O çok hızlı ve ani gelişen karmaşada, beni yumruklayan gencin kalabalıkta kaybolması sadece saniyeler aldı. Benimse kulağımda garip bir şekilde bana tanıdık gelen bir kaç kelime kaldı.

-Kusura bakma amca… Bu da ödemeydi…

***

Akşam üstü, bekar evimdeki çek yata uzanmış gözüme buz basarken, Yasin’de karşıma oturmuş haftasonu yengeyle nasıl gezdiklerini anlatıyordu. Yenge de sağolsun olayı duyup Yasin’in peşine takılmış, o an mutfakta bize sıcak birşeyler pişirmekle meşgüldü.

Ona göre evlenmemiş olmamla böyle badireler yaşamam arasında güçlü bir bağ vardı. Evli adam kolay kolay belaya bulaşmazdı ve elbette konuyu vicdansız kocaları tarafından kapı dışarı edilmiş dul arkadaşlarına bağlıyordu. Onlardan biriyle hala mutlu bir yuva kuracak şansım vardı vesaire diye inceden işliyordu fırsat buldukça.

Dalgın ve suskundum. Morarmamış düzgün gören gözümle çekyatın karşısında açık televizyona bakıyor ve Yasin’in anlattıklarını dinliyordum.

-Kardeşim… Keşke seni götürsek bizimle.. Bunlar olmazdı bak…

-Ne alaka ya… iş çıkışı saldırdı adam…

-Bence şu mafya işlerine karıştın diyedir…

-Ne mafyası Yasin ya… Adam bildiğin iş adamı… bir rezil oldum ki… git döv möv deyince…

-…

-O da… çık casinoda bedava içki iç… falan dedi… yerin dibine girdim lan…

-…

-Bir de demez mi: 250tl için mi?

-Adam haklı ama 250TL için yaptıklarına bak…

-Yasin var ya… yenge mutfakta olmasa… ağzını yüzünü… ulan para değil mesele!

O an yenge mutfaktan dumanı tüten tencereyle birlikte oturma odasının bir köşesine kondurduğum katlanır masaya geldi.

-Hadin bakıyım… Yasin yardım et…

-Yenge iyiyim… Yürüyorum…

-Tamam bak… et suyu kaynattım kırıklara iyi gelir…

-Kırık yok ki… Morarmış biraz…

-Oulum bir aynaya bak…

-Bırakın dalaşmayı… Yasin ekmeği getir hayatım…

Biz yemek masasına otururken o arada televizyonda son dakika haberi geçti.

“Şehir magandaları yine iş başında… AquaCell CEO’su Mertkan Sabuncuoğlu gittiği bir restorantın park yerinde aracına binerken saldırıya uğradı… aldığı darbeler sonucu yaralanan ünlü işadamı AmericanMed. Hastanesine kaldırıldı. Polis olayla ilgili geniş çaplı soruşturma başlattı…”

-Gözün iyileşsin…. bir akşam bize gel… Şu Arzu’yla tanıştıralım seni… Çok hanım kadın…

Kulağım televizyonda ne dediğini anlamadan mırıldandım. Konuşurken gözüm ağrıyordu.

-Gelirim Yenge…

 

Aysergi, 2019

 

 

 

 

 

 

250TL’ için 13 yanıt

Add yours

  1. Konu asla 250 tl değildi, olmamıştı. O kadar rahatladım ki, yaşadığımız zorbalığa karşı bir cevap verebilmek olasılığı bile beni heyecanlandırdı. Bir basit ödeme karşılığında tabi.

    Liked by 2 people

  2. Hislerime nasıl tercüman olmuşsunuz bilemezsiniz😊 bana borç takmadılar ama herkese indirimli tarife uygularken 20 yıllık müşterileriyim bana uygulamadılar.Yetkili birileri aradıkca kapı duvarla karşılaştım haklısınız. İnatlaştım başka operatöre geçtim ama yapamadım geri döndüm😂😂😂👍 Çok keyifliydi. Benim hıncımı da almış oldunuz teşekkürler

    Liked by 1 kişi

    1. begenmenize sevindim 🙂 bunun gibi o kadar çok hikaye duydum ki, yazmadan edemedim. milyon dolarlık reklamlarda ‘sanki müşterisini düşünürmüş gibi’ görünmeleri, ama en ufak fırsatta insanlardan almadıkları bir hizmet için fatura çıkartmaları ne acı.

      Liked by 1 kişi

Yorum bırakın

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑