Büyük Veri Tanrıdır -5-

İşler tıkırındaydı. Şu Rugby oyuncusuyla ilgili rapor işe yaradı ve Northstars takımı sporun ahlaklı insanların işi olduğu gibi bir şeyler açıklayıp adamın transferini rafa kaldırdı. Tüm hır gürü yerel kanalların birinde canlı yayınladılar. İlk ödememi elden nakit aldım ve Sally’i hafta sonu okyanus kıyısındaki bir dinlenme tesisine götürdüm.

-Ailen yok mu?

Bembeyaz temiz çarşafların üzerinde çırılçıplak uzanmış, kaldığımız ahşap bungalovun okyanusa bakan geniş penceresinden dışarıyı izliyorduk. Sally ince parmaklarını terden ıslanmış uzun saçlarımın arasına sokmuş merakla cevap vermemi bekledi.

– Annem ve babam var herkes gibi…

-Yani durumları ne?

Bunu neden merak ettiğini bilmiyordum. Ama Sally’nin bana derin bir ilgi duymasının yanında, şefkat dolu olgun bir yönü vardı.

– Sıradan bir çift olduklarını söyleyemem. Babam mesleğini hiç yapmamış bir inşaat mühendisi. Annem de çeşitli işlerde çalışmış bir özgür işçi.

-Tanışmaları?

-Uzun bir hikâyeleri var. Bana dedikleri, ortak bir arkadaşlarının annesinin cenaze töreninde karşılaşmışlar. Pek romantik sayılmaz yani. Bir süre takılmışlar. Sonra birlikte bisikletle dünya turuna çıkmışlar. Tur bittikten sonra eğer hala duyguları depreşikse evlenmeyi planlamışlar. Ama daha Avrupa’dayken annem bana hamile kalmış.

-İnanmıyorum!

-Sana sıradan olmadıklarından bahsetmiştim.

-…

-Babam içtiği kalite İtalyan şaraplarını suçlasa da, annem babamın onu hamile bırakırken fazlasıyla ayık olduğunu söylüyor. Anlayacağın dünya turu sadece Avrupa’yı gezmekle kaldı. Yurda geri dönüp benim doğumumu beklemişler.

-Şimdi neler yapıyorlar?

-İşin garip yönü asıl burada. On sekiz yaşıma gelir gelmez, dünya turuna kaldıkları yerden devam etmek için tekrar Avrupa’ya uçtular. Nerdeyse dört yıldır yalnızım ve çalışıp hayatımı geçindiriyorum. Şu an Asya’nın egzotik ülkelerini gezmekle meşguller.

-Tam bir çılgınlık…

Gücümü toplayınca tekrar yiyişmeye başladık ve otel çıkış saatine kadar her anı dolu dolu kullandık. Kiralık arabamızla şehre geri dönerken ben de Sally’nin ailesini dinledim. Babası, yüksek camlı plazalarda beyaz yakalı bir memurdu. Annesi ise, el yapımı aksesuarlar satan küçük bir dükkân işletiyordu. Özgür fikirli insanlar olduğundan, ona dışarı çıkmasıyla ya da takıldığı kişilerle ilgili baskı yapmıyorlardı. Ama annesinin istenmeyen bir gebelik ve narkotik kullanımı konusunda inanılmaz korkuları olduğunu öğrenmiştim.

Sally’i evine yakın bir yere bıraktıktan sonra, arabayı kiralama şirketine götürüp doğrudan daireme gittim. Hava çoktan kararmıştı. Odama girip bilgisayarı açtığımda, Sistem üzerinde yeni bir ismin yazılı olduğunu gördüm. Pazar olmasına rağmen çalışmamı bekliyor olmalıydılar. Hafta sonu fazlasıyla yorulmuştum ve çalışmaya Pazartesi erkenden başlayacaktım. Ama aklıma kötü fikirler geldi. Hızlıca duşa gidip sıcak sudan geçtim, üzerimi bile giymeden soğuk bir bira açıp bilgisayarın önüne oturdum. Klavyeye yavaşça, sadece duyduğumda bile içimi sızlatan o kızın adını tuşladım: Julia Kortanza.

Son bir yıllık tüm telefon görüşme listesinin dökümünü aldım. Sonra, Oliver gerzeğinin telefon numarasıyla filtreden geçirdim. Bum! Aralarındaki ilişki yeni başlamamış gibi duruyordu. Nerdeyse beş aydır düzenli bir iletişim içinde görünüyorlardı. İlk adım Oliver götsüzünden gelmiş gibiydi. Sonraki aşama basitti; konum bilgileriyle nerde ne zaman ne kadar sıklıkla görüştüklerini tespit etmek. Ama yapamadım. Biramı yavaş yavaş içip farenin imlecini karşımdaki bilgilerin arasında gezdirip durdum.

Julia beni gerçekten aldatmıştı muhtemelen. Canımın yandığını hissettim. Güzel ve ateşli bir kızdı, ama bir senelik ilişkimiz nerdeyse sorunsuz gitmişti. Onun arkamdan iş çevirecek bir kız olduğunu kabul etmek istemiyordum. Kendime hâkim olmalıydım. Eğer detayları öğrenirsem bir delilik yapacağımdan korktum. En iyisi onları öylece bırakmaktı. Julia’yı hayalimdeki gibi ateşli ve masum kız imajıyla hatırlamak istiyordum. Sistemi kapatıp yatağa gittim. Ertesi gün yeni bir mücadele beni bekliyordu.

Andrew Wermouth.

İsmi daha önce duymuştum. Andrew, altmış, altmış beş yaşlarında daha çok politik yazılarıyla ünlü roman yazarıydı. İktidardaki partiyle, insan hakları ihlalleri ve polis şiddetiyle ilgili sürekli çatışma halinde görünüyordu. İpini çekmek isteyen her kimse hükümete yakın biri olmalıydı.

Mine’s Caddesi’nin çılgın kalabalığını gören koltuğumdan doğrulup, işe girişmeden etrafa bir göz attım. Pazartesi olduğundan kafe oldukça tenhaydı. Cadde kalabalığı da daha çok ofislerine yetişmeye çalışan beyaz yakalılardı. Bu işi sırf bu yüzden sevmeye başlamıştım. Dilediğin yer ve zamanda çalış ve üç sıfırlı ücretler kazan, daha ne isteyebilirdim ki!

Çifte kavrulmuş Türk kahvesiyle ünlü, oryantal çizgiler taşıyan, Masticca adlı kafeyi yeni keşfetmiştim. Ara sıra Julia’yla uğradığım bir mekândı. Rahat geniş koltukları uzun süre çalışmak için idealdi. Andrew denen adamı devirecek bir şeyler bulmaya girişmeden kahvemi bitirip güç topladım ve hareket başladı.

Adam akıllı telefon kullanmıyordu ki bu işimi oldukça zorlaştıracaktı. Twitter dışında herhangi bir sosyal medya hesabı da yoktu. Hesabını kontrol edince çok düzgün ve profesyonel işi bir profili olduğunu gördüm. Muhtemelen Sosyal medya uzmanlarıyla çalışıyor ve onlardan hizmet satın alıyordu. Bu da iyi haber değildi çünkü Sosyal medya uzmanları zeki tiplerdi ve müşterilerinin açıklarını ele verecek en ufak paylaşıma izin vermezlerdi.

Hiçbir kitabını okumadığım için neler yazdığını tam olarak bilmiyordum. O yüzden tüm kitaplarının sözcük taramasını yaptırdım. En çok kullandığı soyut üç kavram: Hak, özgürlük ve şefkatti. En çok kullandığı üç argo kelime ise: Aptal, fahişe ve aşağılıktı. Kadınlara karşı bastırılmış bir kini olup olmadığını ya da çocukken istismara uğrayıp uğramadığını merak ettim. Hiç evlenmemiş olması da şüphelerimi körükledi. Önce onu Radikal Feminist grupların önüne atabilecek bir açığını bulmayı düşündüm. Ama yazar kısmının düşünsel kavram dünyası kendilerini savunmaya yetecek kadar geniş olurdu. Bir açığını yakalasam bile, medya önünde Feminist gruplarla yaşanacak sözlü tartışmalar, Andrew’u ancak en çok satanlar listesine taşırdı.

Başka bir yol bulmalıydım. Kredi kartı harcamaları üzerinden yürüdüm. Şehirde düzenli harcama yaptığı mağaza, eczane, bar, otel, kafelerin dökümünü alıp sayısal harita üzerinde konumsal olarak işledim. Sonuç garipti. Adam ev kuşunu andırıyordu. Nerdeyse ev ve şehir kütüphanesi arasında mekik dokur gibi bir görüntüsü vardı. Düzenli harcama listesini sadece tek bir kez harcama şeklinde fitreden geçirince işler değişti. Andrew ayda ortalama üç kez faklı otellerde tek gece için konaklıyordu. Vay yaşlı kurt diye geçirdim içimden, altmış yaş üstü olmasına rağmen, hayat kadınlarıyla ilişkisi olduğunu düşündüm. Sürekli yer değiştirdiğine göre her seferinde başka bir kişi olmalıydı.

Kaldığı otellerden birini seçip otel civarında konaklama sırasında herhangi bir harcama yapıp yapmadığını kontrol ettim. Seçtiğim otelin yakınında Chessnuts adlı bir barda gece yarısından sonra düşük ücretli bir harcama tespit ettim. Kızları barda düşürüyor ya da pazarlığı orda yapıyor olmalıydı. Bu tür ilişkileri olan kişilerin çoğunun narkotikle de ilişiği olurdu. Düşüp kalktığı tiplerden birinin adına ulaşır onun da koko partileriyle bağını kurabilirsem Andrew’un sonu gelmiş demekti.

Telefon kayıtlarının tamamını çıkartıp otelleri kullandığı günlerdeki aramalarını filtreden geçirdim. İlginç bir şekilde tek bir numaraya ulaştım. O numara üzerinden yürüyünce istediğim bir isme ulaştım. Fakat iş daha garip bir hal aldı. Amir Westers göçmenleri andıran bir erkek adıydı.

O anda uyandım. Andrew muhtemelen öyle böyleydi. Gittiği Chestnuts barın blog yazılarını gözden geçirdim. Tam düşündüğüm gibi LTBG bayraklı bir mekân ortaya çıktı. Ama biraz daha emin olmak için, Andrew’un ev adresine kayıtlı paylaşımlı ağı kullanarak girilmiş sitelerin üç aylık dökümünü aldım. Bu iş tamamdı. Düzenli bir şekilde trans pornosu takip ediyordu. Beni zorlamıştı ama sonucu almak kolay olmuştu. Hızla raporu yazıp sistemden gönderdim.

Koca bir sabahı Andrew’a harcamıştım ve çoktan saat öğlene gelmişti. Masticca’dan çıkıp evin yolunu tuttum. Gitmeden Sally’e mesaj atıp akşam buluşmak istediğimi yazdım. Eve gitmeden de Pinkdose’a uğrayıp birlikte bir şeyler yemeyi düşündüm. Mine’s Caddesinin yeşil parkları arasında sevinçle beni mıntıkama götürecek otobüs durağına doğru yürüdüm.

Pinkdose her zaman olduğu gibi bira fıçılarıyla boğuşuyordu. Beni görür görmez yüzü parladı. İşini gücünü bıraktığı gibi bana yaklaştı ve barın girişinde geceleri bilet kesen çocukların kullandığı ahşap yüksek masaya kurulduk.

-Nabersin Antuan?

-Standard Pinky!

-Yeni iş nasıl gidiyor?

-Alışıyorum yavaştan! Sende durumlar?

-Şu Melanie sorunu olmasa, her şey iyi aslında… Bar doluyor, gençler manyak gibi bira tüketiyor… Ben de yolumu buluyorum, daha ne olsun…

-Borcu bitiyor mu bari?

-İnan bilmiyorum. Bana da söylediği bir durum değil. Üç gündür uğraması için adeta yalvarıyorum… Gelmiyor… Başka biri mi var dersin?

-Olsa, bir an yanına gelmez ki dostum! Seni sağıyor mu?

-Aksine, burda içtiklerini bile zorla ödemeye çalışıyor. Kızım bar benim ödeme, diyorum, kafa ütülüyor…

-Melanie’nin soyadı neydi?

-Weathers! Neden?

-Hiç… Öyle… İyi maaşlı bir iş duyarsam ona ulaşırım diye…

Yalan söylüyordum. Eve gider gitmez şu Melanie’nin içini dışını iyice bir araştıracaktım. Pinkdose’u çökerten bu kız bir şeyler saklıyor olmalıydı.

-Dedim gel yanımda işle, hamburgercide paket hazırlamaktan daha çok kazanırsın… Nafile… Kız tam bir inat küpü! Senin nasıl gidiyor?

-Sally uyumlu biri… Hafta sonu Northportland’a gittik… Yeni işimi kutladık anlayacağın…

-İyisin! Julia?

-Onu sorma işte! Ayrıldığımız iyi olmuş… Sanırım beni o Oliver denyosuyla aldatıyordu…

-Hadi ya! Buralara uğrarsa bacaklarını kırdırırız…

-Ben de öyle bir delilik yapmaktan korkuyorum ya…

-Boş ver!

-Verdim bile… Bu arada bir şeyler atıştıralım mı?

-Sen gelmeden yedim… Sen takıl istersen!

-Neyse bana müsaade o zaman, akşam Sally’le uğrarız!

-Tamam patron!

Daireme döner dönmez, eve paket pizza söyledim. Pizza gelene kadar bilgisayarı rahat kanepenin önündeki sehpaya kurdum. Yeni bir görev olup olmadığını merak ettiğim gibi bir an önce Melanie’nin durumunu öğrenmek istiyordum. Ekranı açınca şok oldum. Andrew’un adı hala silinmemişti. Bu da raporun işe yaramadığı anlamına geliyordu. Daha şoku atlatmadan Jack’ten bir telefon aldım.

-Antuan!

-Jack!

-Adamın gey olduğunu ülkenin yarısı biliyor zaten! Çalışmaya başlamadan Wikipedia oku bari!

-…

Utandığımı ve yerin dibine girdiğimi hissettim. Jack’e ne diyeceğimi bilemedim. Her zaman akıllı ve zeki geçinen biriydim ve gözümün önünde duran gerçeği görmeyecek kadar acemice davranmıştım.

-Bize bilmediğimiz şeyleri bul getir! İşin bu Antuan! Orda mısın?

-Burdayım Jack! Tamam halledeceğim!

-İyi edersin!

Sesi sert ve otoriter gelmişti. Adam hem halkıydı hem de bir bakıma patronum sayılırdı. Andrew sandığımdan da zorlu çıkmıştı.

Hemen toparlanıp işe koyulacaktım. Pizza gelene kadar Melanie’ye bir göz atıp, sonra Sally uğrayana kadar Andrew’u devirecek bir şeyler bulmaya karar verdim.

Melanie Weathers.

Kızın üç aylık konum bilgilerini sayısal haritaya işleyip düzenli bulunduğu yer ve mekânları listeledim. Kız şehirde kalmıyordu. Bu fazlasıyla garipti çünkü Pinkdose kızın zincir bir hamburgercide paketçilik, geceleri ise bir otelde kabul yeri görevlisi olduğunu söylemişti. Sistemden kızın gerçekte yaşadığı şehrin, Oaksland’ın sayısal haritasını aldım ve konum bilgilerini yeniden yerleştirdim. Anlamlı bir şeyler ortaya çıkmaya başladı. Melanie şehre sadece Pinkdose’u görmeye geliyordu. Onun dışındaki tüm zamanı Oaksland’da geçiyordu. Orda çalıştığına dair en ufak bir ipucu yoktu. Zamanının tamamını yerleşke olduğu görülen bir adreste geçiriyordu.

Çözmesi zor bir bilmece gibiydi. Sonra, Pinkdose’un dediği gibi borca batıp batmadığını merak ettim. Banka hesapları ve kredi kartı limitleri tam takırdı ama borç denebilecek hiçbir bilgiye ulaşamadım. Bu iş düşündüğümden daha fazla zaman alacaktı. Onu bir kenara bırakıp Andrew’a geri döndüm.

O arada paketçi çocuk gelip kapı zilini öttürdü.

Pepperonili pizzamı yerken aklım sürekli üç isimin arasında gidip geliyordu: Andrew, Melanie ve Julia. Hiçbirinin göründüğü gibi olmaması beni derinden etkilemişti. İnsanlara olan güvenimin sarsıldığını hissettim.

Kim bilir, küçük sevgilim Sally’i, can dostum Pinkdose’u araştırsam neler öğrenebilirdim. Her şeyi bilmenin ağır bir ceza olduğunu düşündüm bir an. Sonra, en iyisi sevdiklerinin karanlık dünyasına hiç adım atmamak diye bir sonuca vardım. Daha yeni işimin başında, mücadele etmem gereken en büyük dürtünün merak olduğunu gördüm. Merak için, için adamın ruhunu kemiriyordu. Bu işi uzun süre yapabilmek için Jack gibi çelikten sinirlere sahip olmak gerekliydi. Sinsi bir düşünce işi hemen bırakmam gerektiğini söylüyordu. Kendimi bir kez daha para biriktirene kadar diyerek avuttum ve işimin başına döndüm.

Amir Westers.

Andrew’un düşüp kalktığı adamın izini sürerek bir şeyler bulmayı ümit ettim. Amir tahmin ettiğim gibi göçmen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Kırklı yaşlarda şehir varoşlarında yalnız yaşayan biriydi. Doğrudan suç kayıtlarına baktığımda adamın tam bir cevher olduğunu fark ettim. Darp, izinsiz gösteri, dükkân açma gibi ufak tefek suçlarla dolu kabarık bir dosyası vardı.             Andrew gibi bir entelektüelin böyle bir tiple olması mantıklı görünmüyordu. Doğru düzgün bir geliri olmayan Amir’in para karşılığı o tür ilişkiler yaşamış olması muhtemeldi. Ama bunu kanıtlayacak bir şey bulsam bile, elimde güçlü bir koz sayılmazdı. Yine de Amir’in banka hesabına ulaşıp para giriş çıkışlarını takip ettim. Andrew’dan başka farklı kişilerden düşük miktarlı akışlar tespit ettim. Sonra tek tek tüm para yatıranların kişisel bilgilerinin dökümünü aldım. Amir’e para yatıran beş adamdan ikisi hariç hepsi yaşlı adamlardı. Şüphelerim doğru çıkmış gibiydi.

Amir’in izinsiz gösteriden kaynaklı suç kayıt dosyasına ulaştım. Onunla birlikte gözaltına alınmış diğer isimlere ve o isimlerin hala Amir ile iletişimde olup olmadıklarını kontrol ettim. Bingo! Hepsi hala bağlarını koruyordu. Yaptıkları gösteri polis kontrolünde şüpheli bir şekilde ölen arkadaşları hakkındaydı. Masum sayılabilecek bir gösteri de olsa, bu grubun sıkı bağları olması ‘yasadışı örgüt’ şüphesini uyandırıyordu. Ama ne var ki aralarında hiçbiri silahlı bir olaya karışmamış görünüyordu. ‘Uyuyan hücre’ olabilirlerdi fakat çok güçlü delillere ulaşmak gerekliydi yoksa tüm kurgu şizofrence tahminlerden ileriye gidemezdi.

Sistemden devletin yasadışı örgüt listesini ve yayınlanmış tüm örgüt üyelerinin isim listesini Amir’in grubuyla soy isim ve akrabalık yönünden filtreden geçirdim. İstediğim sonuç elimdeydi. Amir temiz görünüyordu ama gruptan yine göçmen kökenli olan Abraham Jones, “Youth Jihaddis” örgütünün bir üyesiyle akrabaydı. Andrew, Amir’e özel ilişkilerinden dolayı para gönderiyordu ama onun örgüte çıkar sağlamak için gönderildiğini söylemek Andrew’un başını ağrıtmaya fazlasıyla yeterdi. Raporu yazıp gönderdim. Bu kez işin tamamlandığına inanıyordum.

Saat öğleden sonra altıya geliyordu ve Sally her an gelebilirdi. O gelmeden sağı solu toparlayıp öğleden kalan son pizza dilimlerini mideye indirdim. Duşa geçip gece için uygun kıyafetler seçmeyi istedim ama sonra fikrimi değiştirdim. Duştan sonra bir bira açıp Sally’i çıplak bekleyecektim. Böylece zaman kaybetmeden üç günlük özlemimizi giderebilirdik. Ardından hazırlanır, Pinkdose’un barına kafa dağıtmaya çıkardık.

Sıcak rahatlatıcı bir duştan sonra, buz gibi biramı elime alıp Sally’i beklemeye koyuldum. Andrew’un raporunu bitirdiğim için rahattım. Şu çapkın futbolcudan daha zorlu çıkmıştı. Yeni ismin kim olacağını merak ediyordum. Elimdeki güçle kim olursa olsun devirebileceğimi hissediyordum. Tam da o anda uygulama sınavındaki sözler aklıma geldi: Büyük veri Tanrı’dır. Abartılmış bir genelleme gibi dursa da, gerçeklik payı taşıyordu. Bilişim o kadar hızlı gelişirken, çok yakın gelecekte, insanın iç dünyasını tamamen modelleyebileceğimizi hatta doğar doğmaz kaderini tahmin edebileceğimizi düşünmek, Büyük Veri’yi tanrısallaştırmaya yetecek gibi duruyordu.

Sally zili çalınca derin düşüncelerimden uyandım. Onu deli gibi özlediğimi bir kez daha anladım. Hiç utanmadan, üstümde tek kıyafet taşımadan kapıyı açmaya gittim. Ve işte karşımdaydı. Yine ona çok yakışan bembeyaz mini bir elbise giymiş, pürüzsüz boynunu açıkta bırakacak şekilde saçlarını üstte toplamıştı. Onu içeriye çektiğim gibi sıkıca kavrayıp dudaklarına abandım. O da karşılık olarak hala ıslak uzun saçlarımın arasında ince parmaklarını geçirip çekmeye başladı. Soluklanmak için durduğumda ateş gibi kızarmış yüzünde şeytansı bir tebessüm gördüm.

-Noldu?

-Bugün olmaz…

-Neden?

-Sence?

-Bence mi?

-Evet sence?

Ateşim bir anda söndü. Neden olamazdı ki? Kapının ardında babası falan mı bekliyordu diye kıllandım bir an. Sonra şaka yaptığını düşünüp tekrar atağa geçtim. İncecik belinden kaldırıp duvara dayadım ve bacaklarını ayırmaya çalıştım. Onu ateşli bir şekilde öptüğüm halde kahkahalarla gülmeye başladı.

-Dur… Antuan… Her şeyi mahvedeceksin şimdi…

Kızı yere bırakıp durdum. Ama tepkisini hala anlamıyordum.

-Sorun ne fıstığım?

-…

O da hala kontrolsüzce gülüyor konuşmak için kendini tutmaya çalışıyordu. Öylece sertleşmiş kala kaldım.

-Bugün yapamayız Antuan?

-Bunun günü mü var! Her gün yapılır… Hatta sabah akşam!

-Bir düşün!

-Neyi!

-Ahhh Antuan! İlle bana mı söyleteceksin şimdi…

Mevzuyu anladım sonunda.

-Özel günün mü?

-…

Evet demek yerine kafasını hafif öne eğip hınzırca sırıttı. Tanrım o kadar güzel ve ateşli görünüyordu ki!

-Tamam fıstığım. Yapmayız da sen de böyle cezbedici şeyler giyme bari…

-Giymem deli çocuk!

Tüm hevesim kursağımda kalmış sabahtan beridir beklediğim an tam bir hayal kırıklığına dönüşmüştü. Sally’i suçlayamazdım tabi. Onu kollarıma alıp oturma odasına taşıdım. Bir prenses gibi götürüp geniş koltuklardan birine kurulmasını sağladım. Bar saatine kadar sohbetle idare edecektik artık.

Akşamüstü bara geçtik. Mekân henüz dolmamıştı ve yeni genç bir grup konser öncesi akortlarını yapmaya çalışıyordu. Pinkdose barın arkasında içki şişeleri ve bardaklarla boğuşuyordu. Melanie de ordaydı. Bar sahibinin bebeği olduğunu belli eden en başköşedeki yüksek sandalyeye kurulmuş, Pinkdose’la sohbet ediyordu. Kız tam bir sarışın bombaydı. İnce yapısına rağmen bir şekilde kıvrımlarını belli etmeyi başarmıştı. Seri adımlarla onlara yaklaşıp Sally’i tanıştırdım ve barın ardına geçip Pinkdose’a yardım etmeye koyuldum.

-Nerdesin Antuan!

-Yetiştim dostum.

Pinkdose’un yüzünde aptalsı bir mutluluk vardı. Melani’e deli olduğu her halinden belliydi. İçimde kırıklık hissettim. Ona Melanie’nin yalan söylediğini nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Dahası söyleyip söylememek konusunda da kararsızdım. Kızla mutluydu ve onun mutluluğunun sonunu getiremezdim. Ama gerçek bir dost elbette göz göre göre dostunun kazıklanmasına göz yumamazdı. En azından biraz daha emin olmadan ona bir şey demeyecektim.

Sally ile Melanie iyi anlaşmışa benziyordu. Yan yana oturmuşlar sohbet edip bize bakarak gülüyorlardı. İşte gecenin şampiyonu iki erkek bizdik. Mekân bizimdi kızlar bizimdi ve grup argo dolu şarkılarıyla dünyayı baş aşağı edip duruyordu.

-Keyfin yerinde Pinky!

-Melanie sürpriz yaptı bu akşam! Çok mu belli oluyor?

-Bu gece sende mi?

-Aynen! Ama sabah erkenden işe yetişmesi gerekecek.

O an mideme kramplar girdi. Muhtemelen yüzüm de hislerimi ele verdi.

-Ne oldu iyi misin?

-Her şey yolunda Pinky!

Gece boyu gözlerim Melanie’nin üstündeydi. Konuşmalarından sözlerinden bir şeyler yakalamaya çalışıp durdum. Ama kız adeta gizli ajanlar gibi kelimeleri seçerek kullanıyordu. Ertesi gün Sally gittikten sonra ilk işim o kızı en ufak detayına kadar araştırmak olacaktı.

Saat bire doğru barı terk ettik. Pinkdose’un yerime aldığı genç oldukça hamarattı ve bana fazla ihtiyaçları kalmamıştı. Karanlık yolda odama doğru yürürken Sally kollarımdan kurtulup birden bire karşıma geçip durdu.

-Antuan, sence de şu Melanie garip davranmıyor mu?

Demek ki kızın bir şeyler sakladığını anlamak için bilişim korsanı olmaya gerek yoktu. Kadınların o derin içgüdülerine oldum olası hayrandım zaten.

-Evet, pek normal değil gibi… Ama Pinkdose kıza deli gibi âşık… Yani…

-Peki sen?

-Erkekler ilgi mi çekmiyor Fıstığım!

-Onu demek istemedim! Yani bana…

Onu iki yanağından tutup dudaklarına ateşli bir öpücük kondurdum.

-Sana deli oluyorum Fıstık! Yeter mi?

-Yeter deli çocuk!

…..

Büyük Veri Tanrıdır -5-’ için 15 yanıt

Add yours

  1. muhtesem muhtesem muhtesem. araya 10 tane is girdi ve ben tekrar donup donup okudum. harika cok surukleyici. yeni konulara musait. harika bi yerden yakaladin. bilisim cok mantikli. her gun yeni hikayeyi bekliyor her sabah senin oykunle gune basliyorum. tekrar tebrik ederim. 👏👏👏👏

    Liked by 1 kişi

    1. begenmenize çok sevindim, cesaretlendirici sozleriniz için de teşekkürler. aslında tarzımın dışında farklı bir şey demiyorum ve benim için yeni bir tecrübe. umarım diğer bölümleri de tatmin edici olur. samimi olarak diyorum ki, eserlerinizi okurken çok ilham alıyorum 🙂

      Beğen

      1. karsilastirma cok dogru degil sanirim, ama her tarzin kendine gore zorluklari var bence. mesela ben de siiri zor bulurum, o ince manalari, sakli hisleri, kaosu bir butun haline getirme eylemi bana zor gelmistir.

        Beğen

      2. bu seri bir kitap haline gelir ve saglam bir kurgulamayla bence cokta satar. iyi dusun uzerine.guzel seyler olacak. bu yolda yeteneklisin ve bu yolda biseyler yapma vaktin bence gelmis. hani serinin hic birinden sıkılmadım. sonuna kadar geldim. ve yenisini merakla bekledim bekliyorum. #cesaret lendirmekse en afillisinden cesaretlendiriyim ozaman sizi.cunku bencil bir okur olarak yenisini okumak istiyorum. olay bu☺

        Liked by 1 kişi

      3. Ser Cem yazar adim, Umut”un Golgesinde, kama nehri kiyisinda ve kazanda bir guz sancisi kitaplarimin adlari. ama dilerseniz size imzali da hediye edebilirim 🙂

        Beğen

Yorum bırakın

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑